Yazı dizisi.1. Alptekin Cevherli
Bundan 2 hafta önce St. Petersburg Kongre Bürosu tarafından gazetemize atılan bir eposta ile başlayan ve muhteşem bir gezi ile neticelenen program hakkında sizlerle birkaç gün sürecek bir yaz dizisine bugün başlıyoruz…
Evet, St. Petersburg nasıl bir yerdir, ne zaman kurulmuştur, nüfusu ne kadardır, gezilecek görülecek yerleri nelerdir; hepsi ve daha fazlasını bulacağınız bu yaz dizisinde, her biri birbirinden muhteşem turistik yerlere, ayn ölçüde muhteşem fotoğraflar eşliğinde gideceğiz….
Yolculuk başlıyor
Evet, yolculuk başlıyor…
İstanbul’un yeni havaalanında değerli basın mensubu dostum Cem Bişkin ile buluştuktan sonra bizi St. Petersburg’a götürecek Türk Hava Yolları uçağına bindik. Isı +24 C derece civarında ve oldukça güneşli bir gündü…
Kontroller vs. derken Rusya’nın en önemli kültür ve turizm şehrine doğru yola çıktık. Aslında burada Rusya Federasyonu’nun küçük bir özeti veya Kültür Başkenti tabirini kullanmak daha doğru olabilir belki…
St. Petersburg’ta havaalanına indiğimizde ise termometre -1 C dereceyi gösteriyordu.
Şehrinadı nerden geliyor
Bilinenin aksine şehir resmi adıyla Rus Çarı 1. Petro, bizdeki adıyla Deli Petro ve Ruslara göre ise Büyük Petro zamanında kurulmuş. Yani tarihi 300 yıl öteye kadar gidebiliyor. Ancak barındırdığı tarihi eserlere ve dokuya baktığınızda ise dünyanın belki de en iyi korunan tarihi şehirlerinden birisi diyebilirsiniz. Kent merkezi neredeyse tamamen 250 – 300 yıllık binalardan oluşuyor. 300 yıl önceki sokaklarda gezdiğiniz hissedebiliyorsunuz.
Merkezde gördüğünüz en genç binanın 1800’lü yıllardan kalmış olması, resmen içinde yaşayanlarca yağmalanmş bir İstanbul’dan gelen bizler için ne yazık ki çok acı bir öykünme vesilesi oluyor…
Gelelim St. Petersburg adının kaynağına…
Çar 1. Petro St. Petersburg’u kurarken Batı Avrupa şehirlerini kendine örnek almış ve bu nedenle de Vatikan’la da bir miktar yarışmış. Hatta çoğu zaman Batı Avrupa’dan mimar, mühendis ve bilim insanları getirilerek şehirde istihdam edilmişler.
Vatikan ile yarış ve onu geçme isteği neticesi belki de Hristiyan tarihinde çok önemli bir figür olan ve Katolik kilisesi için de 1. Papa olarak kabul edilen 12 Havari’den birisi Aziz (St.) Petrus’un adını kente vermiş.
‘Burg’ ise kelimesi Almanca şehir demek. Hamburg, Lüksemburg, Strazburg, Salzburg vd. gibi… Yani harf benzerliğinden kaynaklı bir yanılma var ama Çar Petro, kendi adını şehre vermemiş.
Peki Aziz Petrus kimdir? Hıristiyanlarca İsa’nın göründüğüne inanılan ilk kişi olduğu varsayılan Petrus’un sözleri, Hıristiyanlar için çok önemli ve bağlayıcı olmuştur. Petrus’u takip edenler (Hristiyanlar), havarilerin ve ortodoksluğun kurumsal gücünün (bir nevi ilmihalinin) temelini oluşturur. Bu yüzden Petrus ve takipçileri, ‘kilisenin üzerinde bulunduğu kaya’ olarak tanımlanır.
Dolaysıyla Çar Petro, kurduğu kente St. Petrus’un adını vererek aslında Vatikan’a yani Katoliklere karşı Ortodoks dünyası adına da bir gol atmış olmaktadır.
Neyse daha fazla dinler tarihine girmeden, konumuza devam edelim…
Çar 1. Petro 16 Mayıs 1703’te Rus Çarlığı’nın Avrupa’ya açılan kapısı ve kültür ve sanat şehri olması amacıyla 42 ada üzerine St. Petersburg’u kurarken hiçbir masraftan kaçınmamış.
Zaten şehri gezerken bunu çok rahat bir şekilde görüyorsunuz. Tabi kent 1. Petro’nun yani bizim tabirimizle Deli Petro’nun kurduğu haliyle kalmamış ve ölümünden sonra da özellikle Çariçe Katherina döneminde de gelişmeye ve güzelleşmeye devam etmiş.
Gelelim Deli Petro ünvanına …
Aslında ‘Deli’ lakabı devrin Osmanlı elçilerinin taktığı bir isim. Hoş yaptığı işlere ve getirdiği yeniliklere bakınca bu adı hak etmiyor da değil diyebilirsiniz.
Hani bizde bir söz vardır, ‘Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler’ diye, işte o misal…
Size birkaç örnek vereyim, ne olduğuna siz karar verin…
Ama önce; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda 7 Nisan 1789’da tahta çıkan 3. Selim ve 28 Temmuz 1808’de tahta çıkan 2. Mahmut dönemlerini düşünerek bu satırları okumanızı öneririm. Ayrıca Sultan 3. Selim’in devlette ve orduda ıslahata gitmeye çalıştığı için boğularak idam edilmesini de hatırlayın lütfen.
1682 yılından 1725 yılına kadar Rusya’yı yöneten 1. Petro’nun Çar olduktan kısa bir süre sonra Avrupa turuna çıktığı ve bu turda kılık değiştirerek birçok gözlem yaptığı, tersanelerde bizzat işçi olarak çalışıp, gemi yapmayı öğrendiği ve daha sonra Rus donanmasını yeniden inşa ederek Karadeniz’deki Türk hakimiyetini kırdığını tarih kitapları yazar…
Hatta bu gezileri sırasında konakladığı yerlerde sarhoş olup bazen taşkınlık yaptığı da olmuştur. Ancak Çar Petro, daha sonra içki içmeyi tamamen bırakmış ve ölünceye kadar da bir daha içki içmemiştir.
Petro’nun yaptığı yenilikler hemen etkisini göstermediği ve netice alması bir zaman aldığı için aldığı mağlubiyetler üzerine ‘Yenile yenile yenmeyi öğreneceğiz’ sözü de meşhurdur.
Hatta rehberimiz Elena’nın dediğini göre, “O dönem Rus işçiler, alkol aldıkları için sarhoş olup disiplinli çalışamadıklarından dolayı Türkistan’dan Müslüman Türk ustalar getirilmiş ve Müslümanların alkol kullanmaması nedeniyle daha başarılı ve disiplinli çalışmalarından faydalanarak kenti istediği zamanda şehri bitirebilmek için tercih etmiştir.
Hatta sırf bu nedenle Türk ustalar rahat etsin ve İslâmî inançlarını rahatça yerine getirebilsinler diye St. Petersburg Ulu Camii’ni inşa edilmiştir.”
Hatta öyle ki, kentte kaleden sonra ilk inşa edilen yapı St. Petersburg Ulu Camii olmuş.
Ulu Cami’ye geçmeden önce kılık kıyafet devrimi yaptığını, eski Rus kıyafetlerini yasaklatıp Batı Avrupa tarzı giyimi zorunlu kıldığını, sakal bırakmayı yasaklattığını ve eski Rus usulü sakal bırakanlardan ‘Sakal Vergisi’ aldığını, “Kunstkamera” adıyla anılan genetik mutasyonlarla ilgili biyoloji müzesi kurdurduğunu, Rus ordusunun silahlarını modern silahlarla değiştirdiğini, kısacası Rus ulusunu yeniden inşa ettiğini söyleyebiliriz.
Bu konuda Prof. Dr. İlber Ortaylı Hoca ‘Deli Mi, Büyük Mü?” adlı makalesinde şöyle söyler:
“(Petro) Batı kültürünün peşindeydi. Rusya’ya üniversiteyi getirdi. 1699’da Avrupa’ya büyük bir asker ve amiral heyetiyle çıktı. Bu uzun süren 18 aylık sefaret sırasında Hollanda’da gemicilik, anatomi ve tıp gibi dallara merak sardı. Dönüşte bunları tatbike gayret etti. Hiç şüphesiz ki Avrupa devletlerinin idare tarzını yakından gördü. Bunları taklit ettiğini söyleyemeyiz. Ama onların bazı taraflarının farklı olduğunu anlamıştı. Rusya ve Türkiye’nin modernleşmesindeki kalıplar ne kadar birbirine benzer.
Büyük Petro bu çelişkiyi önce ortaya koyan biridir. Tıpkı 2. Mahmud’un reformlarında 100 sene sonra karşılaştığı problemler gibi.”
Neyse gelelim, kentte görülecek yerler arasında önemli bir yeri olan St. Petersburg Ulu Camii’ne…
ST. Petersburg Ulu Cami
Rusya‘nın kültür başkenti St. Petersburg’un güzelliğine güzellik katan Neva nehri kıyısında 1909 yılında inşa edilmiştir.
Rus İmparatorluğu başkenti St.Petersburg sehrinin kuruluş anından itibaren, 19. yüzyılın sonunda bir Tatar-Türk yerleşimi oluştu. Bununla birlikte, Müslüman topluluğunun kalabalıklığına rağmen, şehirde tek bir cami yoktu. Namaz vakti geldiğinde uygun yerlere seccade serip namaz kılıyorlardı. 1881’de St. Petersburg Müslümanlarının müftüsü Salimgrey Tevkelev, Rus hükumetine bir cami inşa etmek için dilekçe verdi. Bu talebin resmi onay almasına rağmen, inşaat için herhangi imkân sağlanmamıştı.
Bu nedenle hızla halk tarafından para toplandı. 1898 yılında Azerbaycan’dan Şemsi Esadullayev, Hacı Musa Nağıyev, Hacı Zeynelabidin Tağıyev gibi işadamları, Türkistan’dan iş adamları Velihanov kardeşler, Allar YarBek Zülgadirov ve Buhara Emirliği temsilcileri tarafından kurulan “Petersburg Müslüman Yardım Cemiyeti” cami inşaatının organize edilmesinde aktif rol oynadı. Buhara Emiri Seyyid Abdulehad Han 500 bin ruble bağışta bulundu. Çar 2. Nikolay’ın da resmi izniyle 1910 yılında caminin inşaatına başlandı. 21 Şubat 1913 yılında inşaatı tam bitmeden Romanovlar Sülalesi’nin 300. yılı şerefine açıldı. Caminin açılışı da temel atma merasimi gibi Rus ve yabancı devlet erkânının katılımıyla kalabalık bir şekilde gerçekleştirildi. En büyük bağışçı olan Buhara Emiri Seyyid Abdulehad Han 1910 yılında vefat ettiği için açılışa oğlu olan Buhara’nın son emiri Seyyid Mir Muhammed Alim Han katıldı.
Semerkant, Buhara ve diğer Orta Asya şehirlerindeki cami ve medreseleri anımsatan cami, uzun minareleri ve gökyüzü gibi masmavi kubbesiyle şehrin hemen hemen her tarafından çıplak gözle görülebilmektedir.
Türkistan mimarisi baz alınarak yapılan cami, 2015 yılında 50 milyon ruble (1 milyon dolar) harcanarak yeniden restore edilmiştir.
Avrupa’nın Türkiye dışındaki en büyük camisidir. Minareleri 49 metre, kubbesi ise 39 metredir. St. Peterburg şehir merkezinde yer alan camide aynı anda 5 bin kişi ibadet edebilmektedir. Mimar Nikolay Vasilyev, Semerkant’ta yer alan Timur’un mezarı Gur-i Emir’i gördükten sonra camiyi tasarlamıştır. İnşaatı 1921 yılında tamamlanmıştır.
Bu arada gerçekten de Emir Timur’un türbesine çok benzediğini söylemem gerek.
Sovyet döneminde cami, 1940’tan 1956’ya kadar ibadete kapalı kalmıştır. Bugün ise ibadete açıktır.
Yaklaşık 6 milyon nüfusu olan St. Petersburg’ta çoğu çeşitli Türk boylarına mensup olmak üzere 2 milyon Müslüman yaşamaktadır.
St. Petersburg Ulu Camii, kente seyahat eden ziyaretçilerin, muhakkak görmesi gereken en önemli tarihi yerlerden birisi.
Spartaküs Operası ve Tiyatro Salonu
Havaalanı’ndan bizi oldukça lüks bir mersedes otomobil ile St. Petersburg Kongre Bürosu adına alan ve otelimize yönlendiren Sabina, ayn zamanda gezi programımız boyunca da bizi bir an bile yalnız bırakmayarak çok güzel bir ev sahipliği örneği sergiledi.
4 gün boyunca kaldığımız otelimiz İndigo Çaykovski ise gerçekten de modernizimle tarihi dokuyu birleştirmiş, kibar ve misafirperver çalışanlarıyla konaklama konusunda kesinlikle tavsiye edebileceğim bir mekân.
Gelelim Mariinski Tiyatrosu’nda gerçekleşen muhteşem SpartaküsBale gösterisine…
Gerçekten görülmeye değer, muhteşem bir mekân…
7 katlı olan Mariinski Tiyatrosu, gerek akustiği ve gerekse de içinde barındırdığı kostüm müzesi ile kesinlikle görülmeye değer bir kültür merkezi.
Kent halkının da çok yoğun bir ilgi gösterdiği 3 erde şeklindeki bale gösterisinde, pek çoğunuzun bildiği Roma baskısına karşı isyan eden gladyatörlerin hayatı, uğradıkları ihanetler ve aşkları görsel, ve işitsel bir sanat yoluyla direkt olarak gönlünüze işliyor. Balerinlerin, baletlerin, kostümün, dekorun, ışıkların ve müziğin bu kadar uyumlu olduğu bir oyun az bulunur.
St. Petersburg gerçekten de Rusya’nın kültür ve sanat alanında başkenti unvanını hak ettiğini bu muhteşem gösteriyle bile kanıtlıyor…
Yazı dizisi devam edecek…