DÖV-ME

Günler öncesinden sessizce hazırlandı. Valizini apartman boşluğuna indirdi. Asansör dairesinin hemen yanındaki betonun arkasına koydu. Bebeğine ve kendisine lazım olacak asgari düzeydeki eşyaları toparlamış olması ona biraz daha cesaret verdi.

Yüreği pır pır atıyor, korkudan ne yapacağını bilemez durumda oturuyordu. Sanki yüzünden anlaşılacakmış hissi ile kocasının yüzüne bakmıyordu.

Ertesi gün kocası evden çıktı. Kapıyı yine üstüne kilitledi. Ama Nazlı aylardır kurduğu planın düğmesine dün basmıştı. Kapının kilitlenme sesi artık onu ürkütmüyordu.

Bebeğini aceleyle hazırladı. Pantolonun cebine pasaport ve kimliklerini soktu. Pembe bez bir battaniyeye bebeğini sardı. Ayakkabılığın alt çekmecesinde duran takım taklavatların içine sakladığı eski çakıyı çıkarttı. Kilide yerleştirdi ve kapıyı açtı. Tekrar evin içinde dolaştı. Salonun camından dışarıya baktı. Kocasının gidip gitmediğini kontrol etti. Arabası yoktu. Ohh gitmişti. Hızlı adımlarla geri dönüp bebeğini kucakladı. Asansörü çağırdı. Valizini aldı. Bir eliyle valizini çekiyor, diğeriyle bebeğini tutmaya çalışıyordu. Hemen bir taksi çevirdi. En yakın metro istasyonuna, oradan da havalimanına attı kendisini.

Bebeği ağlıyordu. Hava da iyice soğumuştu. Bebeğin, aceleyle evden çıkarıldığını anne olan herkes anlayabilirdi. Başında bere yok, ayağında sadece çorap var. Ayakkabısı yok. Olduğu gibi bez bir battaniyeye sarılmıştı.

Nazlı, bebeğinin sağını solunu örtmeye çalışıyor, bir yandan da valizini çekiştiriyordu. Tam o sırada bir el valizin sapından tuttu. Nazlı olduğu yerde donup kaldı. Ne dönüp bakabiliyor ne de devam edebiliyordu. Korkudan titremeye başladı.

Sakin bir ses: “Size yardım edeyim,” dedi. Nazlı derin oh çekti. Saçlarından ayak parmaklarına kadar ılık bir şey aktı. Yavaşça geriye dönüp baktı. Kendinden biraz büyük bir kadın gülümseyerek ona bakıyordu.

Birlikte dış hatlara geçtiler. Nazlı biletini aldı. Yardımcı olan kadın da aynı ülkeye gidiyordu. “Bu bir lütuf olmalı, aylardır kurduğum planımın içine görünür melekleri dahil etmemiştim” dedi kendi kendine. Gülümsedi.

Sık sık etrafına bakıyor, tedirginliği üzerinden atamıyordu. Anons ile kapılara yaklaştılar. Bilet ve pasaport kontrolünden geçince biraz olsun rahatladı. Uçağın havalanmasıyla bütün ağırlıklarını yerde bıraktı.

Yol boyunca görünen melek ile sohbet etti. Nazlı başına gelenleri anlattı. Kurduğu bir cümle vardı.

“Yaşadığım hayat çorba kadar sade, musakka kadar ağır. Her gün toplu iğne hafifliğinde azar azar işkence gördüm. Bu hafif darbeler ruhumda derin bir dövme oluşturdu.”

(Gerçek yaşamdan bir kesit)

 

Ayşegül Poyrazoğlu

Menü