KADIN VE TOPLUMSAL CİNSİYET
“Kadın ” kavramı içinde birçok nitelikli unsuru barındıran çok önemli bir argümandır. Bu unsurlar :anne, eş, kız kardeş, öğretmen, aşçı, psikolog vb. gibi toplum temelini şekillendiren niteliklerdir.
Kadın ,doğası gereği insanlığa hayat veren ve dünyaya getirdiği çocukları yetiştiren, topluma bir nevi şekil verendir. Birçok rol biçilen kadınların toplum hayatında üstlendikleri bu görevler onları dezavantajlı duruma da getirmektedir.
Özellikle Ortadoğu kültüründe yaygın olan “ataerkil” yani erkek hegemonyasının baskın olduğu kültürlerde kadın kimliği arka plana atılmakta keza bu durumda da toplumsal cinsiyetçilik sınıflandırılması yapılmaktadır.
Toplumsal Cinsiyet: ” Hem ayrımcı, eşitsiz, baskıya dayalı bir toplum düzeninin adıdır, hem bu ilişkinin taraflarını oluşturan toplumsal grupları dile getiren bir kategori ; ama hem de bu grupların mensuplarının psikolojik ve davranışsal özelliklerine göndermede bulunur. ” (Savran,2004,s.235)
Delph’ye göre ise , cinsiyetler basitçe sosyolojik biyolojik karakterler değil, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarının oluşturduğu ( marksist anlamda) sınıflardır.
Tabi ki kadına yönelik biçilen toplumsal cinsiyet rollerinin bakış açılarının temel belirleyicisi yaşanılan bölge , eğitim düzeni ve çalışma durumudur.
Burada öncellikli olarak en başta kadının kendisini geliştirmesini ve oluşturulan bilinçle kendi gücünün farkında olmasını sağlamaktır . Çünkü gelecek nesillere şekil veren, ilk öğretmen, psikolog, yol gösterici anne rolüyle kadındır. Yüzyıllar boyunca süregelen erkek hegemonyasını kırmaya yönelik ve kadınlara çeşitli haklar sağlamaya yönelik ülkemizde de Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında çalışmalar yapılmıştır. Örneğin; 1930 da ilk kadın belediye başkanlığı seçimi, 1933 ilk kadın muhtar,1934 ilk kadın milletvekili seçimi gibi…
Aynı zamanda 1982 Anayasasının “Genel Esaslar ” kısmının 10.maddesinde “KADINLAR ve erkekler eşik haklara sahiptir. Devlet , bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” ibaresi anayasaya 2004 yılında eklenmiştir.
Kadınlar anayasal haklarını ve kendilerine tanınan pozitif ayrımcılık noktasını iyi bilir ve kendilerini de buna göre yetiştirirse birçok noktada daha üst seviyelerde olur.
Toplumun kanayan yarası durumuna dönüşen kadın cinayetlerinin artması yaşanılan ahlaki çöküşün ve toplumsal cinsiyetçiliğin zirvede yaşandığının da göstergesidir.
Tarihimizde Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu, şekillenmesi ve Kurtuluş Savaş’ının kazanılmasında kadınlarımız kritik bir rol oynamıştır. Keza savaşın seyrini değiştiren, erkeklerle birlikte mücadele eden kahraman kadınların ;( Kara Fatma, Gördesli Makbule, Nene Hatun…gibi )cesareti ve gücüdür.
Kadının yapısı gereği fizyolojik olarak erkeklerden zayıf olması, onların düşünce gücü, akıl yönünden güçsüz olduğunu göstermez. Ya da erkeğin kadın üzerinde sınırsız güç kullanabileceği anlamına gelmez. Her kadının eşit şartlarda istediği ekonomik özgürlüğü, yaşam standartları ,eğitim durumu, mesleği erkeklerle eşit seviyede olması gerekmektedir.
Kadın ve erkek üzerine inşa olunan bu toplumda yalnızca kadınların değil en başta erkeklerin de bakış açısının değişmesi ,bilinçlenmesi ve kadınsız bir toplumun var olamayacağının farkına varması gerekir.
Günümüz bakış açısı her ne kadar kadının toplumdaki yerini değersizleştirmeye çalışsa da gerçekler asla değerini yitirmeyecektir…
( 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne İthafen )