Sivil Toplum Olarak Hemşeri Dernekleri

Sivil toplum kuruluşları, 1980’li yıllardan itibaren ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarında gördükleri işlevleriyle önemli birer aktör haline gelmişlerdir. Avrupa’nın bu eski döneminde, sivil toplum kavramı ile devlet aynı anlamlarda kullanılmaktaydı.

Thamos Paine, “Bazı yazarlar, toplumla hükümeti öylesine birbirine karşılaştırmışlar ki, ikisi arasında ya çok az bir ayrım yapılmakta veya hiçbir ayrıma yer verilmemektedir, hâlbuki ikisi sadece ayrı olmayıp aynı zamanda farklı kökenlere de sahiptirler.” (Keane,1993,s.49) açıklaması ile siyasal otorite ile sivil toplumu birbirinden ayırmaktadır.

Siyasal otorite, sivil toplum ve devlet kavramları günümüzde iyice iç içe girmiş. Totaliter ve baskıcı yönetimler için bu iç içe giriş pozitif bir anlam taşıyabilir. Özellikle medyayı ve sosyal ağları tekelleşmiş yönetimlerde sivil toplum kuruluşları hem iktisadi hem de sosyal alanlarda güçlü kalabilmek için siyasal otoritenin güdümünde kalınıyor. Otoriter yönetimler devletin baskı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtlarını kullanarak bu güdümlemeyi sürdürürler.

Devletin ideolojik aygıtları Althusser’in tabiri ile Din (değişik kiliseler sistemi), öğretim (özel ve devlet okulları), aile, hukuk, sendika, haberleşme (basın, radyo-televizyon), kültür…

Siyasal otorite sivil toplum kuruluşları (özellikle hemşeri dernekleri) üzerinde devletin ideolojik aygıtlarını kullanarak en yerele bile hegemonyasını sürdürmektedir.

Aslında sivil toplum kuruluşları Ömer Çaha tabiri ile gerekirse resmi otoritenin politikalarını yeniden oluşturacak, değiştirecek ya da sınırlayacak gücü temsil etmektedir (Çaha,1996a,s.37).

Başka bir deyişle;

Sivil toplum kuruluşlarının en belirgin özellikleri, sadece kendi amaç ve değerlerine hizmet etmemeleri, hükümetlerden, kamu makamlarından, siyasi partilerden bağımsız olmaları, ticari çıkar gözetmemeleri, kâr amacı gütmemeleri ve merkezi otorite ile vatandaş arasında arabuluculuk yapmalarıdır. (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği,2001,s.5).

Sivil toplum kuruluşları bireysel menfaatleri göz ardı edip kamu politikalarının oluşumun da daha etkin rol alabilir. Özellikle hemşeri dernekleri kamu politikaları oluşumunda alt yapıdan üst yapıya doğru daha yerele inerek hizmetlerin yerindelik sorununun tespitinde bulunabilir. Böylece hizmetlerin direk en yerele indirgemiş olunur.

Gelişmiş ülkelerde sivil toplum kuruluşları ülkenin kalkınmasına ve gelişmesine katkı sunar. İnsan odaklı problemleri gündeme getirip çare bulmaya çalışırlar. Proje hazırlayıp gerektiğinde politikalara yön verirler.

Örneğin çocuk hakları, yaşlı hakları, engelli hakları vb konularda politika üretirler. Lakin günümüzde ve ülkemizde mağdura mağdur gözüyle bakılmıyor kimin mağdurusun ya da kimden mağdursun ona göre tutum belirleyip davranılıyor.

Özellikle hemşeri dernekleri bireysel menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Kamu yararından, bölgesel yarardan çok hemşeri çıkarları göz önünde bulundururlar.

Bireyselden kasıt hemşericilik lakin salt bireysel menfaatler de mevcuttur. Dernek başkanları hemşeri derneklerini bir araç olarak kullanarak siyasal otoritenin bünyesinde yer edinmenin de çabası içerisindeler. Dolayısıyla toplumsal menfaatler daha geride kalıyor. Tabi bu durum doğal olarak Etnosentrizm ya da Etnik Merkezcilik kavramlarına da örnek teşkil ediyor. Kendi hemşerileri ya da aynı köyde, aynı bölge, aynı kabile hatta aynı dine mensup durumları da göz önünde bulundurulur. Hatta farklı kaynakları incelediğimizde özellikle bölgesel dernekleşmelerin mikro milliyetçilik olarak da dile getiren kaynaklar da mevcut. Ülkemizde bazı dernekler ne yazık ki bu tutumu sergilemekten geri kalmıyorlar. Siyasi partileri ağırlama da ya da ziyaret etmelerde ideolojik ve milliyetçilik duyguları çerçevesinde tutum sergileniyor.

Sivil toplum kuruluşları, siyasi otoriteden bağımsız bir biçimde, bireylerin kendi aralarında örgütlenerek, ortak çıkar ve yararlarını ifade edebilecekleri bir temelde ortaya çıkan yapılar olarak görülmektedir.

Üyelerine, kurumsal katılım ve deneyimlerinden doğan demokratik tutum ve davranışlar kazandırmakta, otoriter yönetimden demokrasiye geçişler sırasında demokrasi kültürü yaymaları ve onu işlevsel hale getirmeleri açısından önemli bir rol görmektedirler.

Bu bağlamda sivil toplum kuruluşları bireysellikten çıkıp toplumsal menfaatleri gözünde bulundurularak siyasal alana baskı yapma, demokrasiyi topluma yerleştirme, sivil toplum alanları oluşturma gibi kendine özgü birtakım işlevleri yerine getirebilirler.

 

YILMAZ GÜNEY

Menü